Anneyken Kendine Zaman Ayırmak Gerçekten Mümkün Mü?
- herseyinannesi
- 29 Nis
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 gün önce
Sonsuz Döngüde Zihnimle Derinleşemeyen Anne Sohbetleri
Bir perdenin aralığından sızan ışık gibi, “kendime ayırdığım zaman” dediğim o kırılgan anlarda bile zihnimin perdeleri asla tam kapanmıyor. Kahvemi yudumlarken, sanki bir tiyatro sahnesindeyim: Sahne önünde “rahatlayan anne” rolünü oynuyorum, perde arkasında ise devasa bir kontrol paneli…

Boş Zamanların Doluluğu ya da Anneliğin Arka Plan Uygulamaları: Gel de Kendine Zaman Ayır
Eskiden “boş vakit” dediğimde zihnim bir hamakta sallanır, rüzgârın kokusunu içine çekerdi. Şimdiyse bu terim bir oksimorona dönüştü: “Boş”um, ama beynimde arka planda çalışan uygulamalar anneliğin algoritmasını işletiyor. “Acaba şimdi uyudu mu, yemeğini yedirebildiler mi”… Sanki içimde bir asistan var, sürekli notlar fısıldıyor: “Unutma, unutma, unutma!”
Bir arkadaş buluşmasına gittiğimde, konuşmalarımızın derinliği, çocuğumun o günkü kakasının kıvamına takılıp kalıyor. “Yetişkin sohbeti” diye diye, kendimizi yine minik bir insanın dünyasının dipsiz kuyusunda buluyoruz. Belki de bu yüzden, birbirimize bakıp gülümserken gözlerimizdeki o hüzünlü ışıltıyı görüyorum: “Biz artık başka bir dilin tercümanıyız.”
Kaçış Denemelerim ve Geri Dönüşü Olmayan Bir Şekilde Değiştiğimi Kabullenme
Bir gün, bir şekilde ayarlayıp çocuğu babasına bırakabildiğimde, kendimi bir kafede bulsam da başlangıçta zafer duygusu: “İşte, özgürlük!” hissi geliyor.
Sonra yavaş yavaş, bir garip hissin yükselişi… Sandalyemde oturuyorum ama içimde bir yerlerde, sanki ruhumun bir kısmı hâlâ evde, oyuncakları topluyor. Eskiden tek bir kahve saatinde dünyayı değiştirecek fikirler üreten ben, şimdiden eve dönünce yapacaklarımı planlıyor.
Ağzıma Almamam Gereken Lafları Alıyorum Bazen: Keşke Hiç Yapmasa Mıydım?
Bazen diyorum ki: “Hiç başlamasaydım bu maceraya.” Nasıl bir akılla inandım bu sorumluluğu taşıyabileceğime. E herkes yapıyor, 8 milyar insanız ya, bu kadar zor olsa bir noktada üremeyi bırakmaz mıydık? Çünkü zihnimin sıfırlanması için bana bahşedilen birkaç saat bir işe yaramıyor, anne kimliğimi sıfırlamadan bir şey değişmeyecek. Ve tabii, bunun için çok geç.
Sonra o küçük el, uyku sersemi bir gece yarısı avucumu sıktığında, yüreğimin yerinden oynayışını hatırlıyorum. İşte o an, bu çelişkinin adı: Sevginin ağırlığı. Öyle bir yük ki, taşırken omuzların çökse de bırakmak mümkün değil.
Molalar Artık Eskisi Gibi Değil (Ve Sorun da Bu Zaten)
Toplum bize “Kendine zaman ayır!” diye öğütlüyor. Peki ya bu “zaman”ın içine sızan annelik damarlarını kim temizleyecek? Bir kaçamak planlıyorum, evden çıkıyorum, ama zihnimdeki çocuk sesleri beni takip ediyor.
Belki de mesele, anneliğin bizi “eski ben”den koparan bir nehir olması. Bir kere geçtin mi, artık aynı suda yıkanamıyorsun. Nehrin öteki yakasında, bambaşka bir kadın var: Biraz yorgun, biraz tedirgin, ama aynı zamanda o minik insanın dünyasını kucaklamış bir savaşçı. Ve o kadın, bir daha asla “sıfırlanamayacak”.
Peki Ya Çözüm? Belki de Yok…
Belki de çözüm diye bir şey yok. Belki bu, insanın kendini bir daha asla tamir edemeyeceği bir kırılma. Ama yine de, o kırık yerlerden sızan ışık, bizi birbirimize bağlıyor. Diğer annelerle göz göze geldiğimizde, o bakışlarda okuduğumuz şey: “Ben de biliyorum. Ben de aynı yerden geçtim.”
Belki bir gün, bu yeni benliğimle barışacağım. Belki de o “hiç yapmasaydım” dediğim anlar, aslında bu yolculuğun en insani yanı.
Evet, belki artık bir kahve molasında bile “özgür” değilim. Ama bu bağlılık, aynı zamanda bir varoluş biçimi. Ve biliyorum ki, nehrin öteki yakasında bekleyen o kadın —yorgun, dağınık, bazen pişman— aslında hiç olmadığı kadar gerçek. Belki de hüzün burada başlıyor: Eskisi gibi olamayacağımı bilmek… Ama sevinç de burada: Çünkü artık kızımla daha fazla olabiliyorum.
Comments